Her zamanki yere oturdu,
Dolunay vardı,
Göğün karanlığı vurmuştu topraklara,
Düşüncelerine daldı...
Tam sekiz seneden beri,
Her akşam gelir otururdu buraya,
Seyre dalardı anılarını,
Geçmiş gözünün önünde,
Siyah beyaz bir film...
Gitme kal,demek istiyordu.
Ama o gidiyordu işte,
Dur diyeceği yerde,
Arkasını döndü ve sessizce odasına çekilmişti..
Elindeki bavul ile gitme demeyi beklerken,
Çekildi ve gitti,
Sadece bir kapı sesi duydu..
Bu kapı bitişiydi..
O gittikten tam üç ay sonra,
Öldüğünü öğrenmişti,
Her akşam bu mezara gelir,
Oturur anlatırdı,
Geçmişini izlerdi bir film halinde,
Siyah-beyaz bir film
Ama sonu iyi bitmemişti işte,
Gökyüzü dar geliyordu şimdi ona,
Dünya küçük,
Herşey üç kuruşluk,
Artık gitme diyebileceği kimse yoktu...
Sevgilisinin yanından kalktı,
Üstündeki toprakları silkelemedi,
Kalsındı bu gece...
Eline bir avuç toprak aldı,
Kokladı,
Sonra tekrar sevgilisine verdi...
Sonra birkaç kelime döküldü dudaklarından,
O gün gitme dememiştim ama bugün diyorum,
Gitme,dedi.
Daha sonra hırçınlaştı,
Sen gittin ama ben gitmedim bak hala burdayım,dedi.
Ve gidiyorum dedi..
Karanlıkta kayboldu...
Sevgilisiyle el ele oturduğu sahile geldi,
Yakamoz vardı,ay ışığı vururdu suya,
Dalgalar hırçınca vuruyordu suları kıyılara,
İskelede el ele aşıklar vardı...
Gözlerinden damlayan birkaç damla gözyaşı,
Kum tanelerine düştü...
Deniz sakinleşti,gürültü kesildi..
Kumlara uzandı,kollarını açtı ve,
Şimdi sıra bende,dedi...
Ertesi gün insanlar başına toplanmıştı,
Kimsesiz mi?,diyorlardı..
Uzamış sakalı,
Kirli topraklı üst başıyla,
Korktu insanlar ondan...
Herkes için basit bir durumdu,
Her gece kumsalda içip içip ölen sarhoşlardan sandılar,
Ve geçip gittiler...
Yağmur başladı,
Kum taneleri yüzüne savruldu,
Şimdi gitmişti,ama sevgilisinin yanındaydı...
Gökyüzü dar gelmiyordu artık ona,
Dünya küçük,
İnsanlar üç kuruşluk...